Cocuklugumdan beri haziran aylarini hic sevmedim. Okullar
kapanir arkadaslarin yazliga gider, takip ettigin diziler tatile girer hatta
bazilari final yapar kac senelik aliskanligina veda etmek zorunda kalirsin. Futbol
ve basketbol ligleri biter; yetmez, ustune bir de mutlaka sevdigin bir iki
sporcu emekli olur. Hele bir de okudugun okuldan mezun oluyorsan bi dolu insana
ve yasanmisliklara veda etmek zorunda kalirsin. kisacasi benim icin yaz demek
butun duzenin bozulmasi demek oldu hep.
Sonra bisiklet ve tenisle tanistim. Bisiklette bahar
klasikleri adi ustunde baharda basliyordu ama ana yemekler mayis ortasi ve
temmuz basindaydi. Ayni sekilde tenis icin de suyun kaynama noktasi yaza denk
geliyordu. Yani benim icin artik yaz aylari da ilgi cekici olmaya basliyordu.
Fikra gibi zaten; italyan, ingiliz, fransiz bir arada.
Giro’dan Tour’a, Rolland Garros’tan Wimbledon’a uzanan yolda, isin tarihinden,
siyasetinden ve sosyolojisinden de biraz anliyorsan, bu organizasyonlar koskoca
derya deniz. Okunulacak, arastiracak, merak edilecek bir suru sey var
iclerinde. Hatta mikro olcekte birer sosyolojik ayna bunlar. Organizasyonlarin
kendilerine has rituelleri ve sembolleri icinden ciktigi toplumun kulturuyle
fena halde benzerlik gosteriyor. Didi var mesela. Hani su Tour de France’da her
sene elinde mizragiyla kosan seytan kostumlu amca. Asil adi Dieter ama
Fransizlarin isimlerin ilk hecelerinden sirin isimler yaratma sevdasindan
nasibini almis herkes Didi olarak taniyor onu.
Cok uzun suredir yazmiyordum. Baslamis oldum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder